Şunun için etiket arşivi: Osman Müftüoğlu haberleri

Hürriyet köşe yazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu bugünkü yazısında okulların açıklamasıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Söz konusu okullar, daha doğrusu eğitim olduğunda salgın koşullarını sonuna kadar zorlamamız lazım diyen Müftüoğlu, Bakan Ziya Selçuk ile görüşmesinden de bahsetti.

Milyonlarca öğrenci, bir o kadar da ailenin beklediği o önemli günün düğmesine ciddi bir aksilik olmaz ise yarın basılıyor.

“Yüz yüze eğitimde başlama vuruşu” aslında bugün yani 1 Mart’ta gerçekleşecekti ama doğru ve yerinde bir kararla yarına, 2 Mart’a bırakıldı. Bugün yapılacak kabine toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yapacağı açıklamayı milyonlarca çocuk ve aile nefeslerini tutmuş, heyecanla bekliyor. Başlama kararında en etkili faktörün Sağlık Bakanı’nın kabinede yapacağı sunum ve o sunumda vereceği il bazlı haftalık rakamlar olacağı kesin. Anlaşılan o ki çoğu ilde yüz yüze eğitime izin çıkacak. Doğrusu da bu zaten. Zira eğer biraz daha geç kalırsak bugün ekonomide yaşadığımız sıkıntılardan çok daha önemlisi ve fazlasını yarın “eğitim”de yani “geleceğin ekonomik gücü”nde yaşayacağız.

BANA GÖRE
OKULLAR NEDEN SÜRATLE AÇILMALI

Söz konusu okullar, daha doğrusu eğitim olduğunda salgın koşullarını sonuna kadar zorlamamız lazım. Nedenlerine gelince…

VARAN 1: Araştırmalar, okul öncesi ve ilkokul yaş grubundaki çocukların pandemide öncelikli risk grubunda olmadıklarını net ve açık olarak gösterdi. Basit bazı kurallara dikkatle uyulduğunda okullarda öğrencilerin bir araya gelmesi, ne öğrenciler ne de öğretmenlerde ciddi bir “ek risk” yaratmıyor. Özellikle çocuklara birer “süper bulaştırıcı” gibi bakmak da ortak bir yanlış.

VARAN 2: Uzmanlara göre eğitime verilen aranın uzaması çocuklarda “IQ kaybı”na da yol açabiliyor. Bazı uzmanlar bu kaybın 1 yıllık sürede 1-5 IQ puanı kaybı anlamına bile gelebileceğini iddia ediyor. Ama bilelim ki mesele sadece IQ kayıplarıyla da sınırlı değil.

VARAN 3: Evdeki hareketsiz yaşam çocuklarda “kaygı problemi”ne yol açıyor. Arkadaşlarından uzaklaşma, endişelerini büyütüp ruh sağlıklarını da bozabiliyor.

VARAN 4: Evde kalma süresi uzadıkça, mecburi hale gelen hareketsiz yaşam “çocuk obezitesi” problemini de bir çığ gibi büyütüyor.

VARAN 5: Diğer bir tehlike de yine evdeki hareketsiz yaşamın getirdiği “kas ve kemik kaybı” konusu. Kısacası okuldan uzaklaşmak çocuklarımızın sadece eğitimlerini aksatmıyor, beden ve ruh sağlıklarını da bozuyor.

ÖNEMLİ
ZİYA SELÇUK KARARLI VE İSTEKLİ

GEÇTİĞİMİZ hafta sonu Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ile pandeminin eğitim süreçlerimizde daha da önemlisi çocuklarımızın ruhsal, bedensel sağlığında ve eğitimlerinde oluşturduğu, oluşturabileceği sorunlar ve hasarlar üzerine samimi ve uzun bir sohbet fırsatı buldum. Peşinen belirteyim: Mütevazı ama iddialı, eğitim süreçlerini çok iyi bilen, tecrübeli, pandeminin çocuklarımız ve gençlerimizde oluşturabileceği sorunlar hakkında derinlemesine bilgi sahibi “mükemmel bir eğitimci” ile karşılaştım. Aklımızdaki pek çok soruya da cevap alma fırsatı yakaladım. İşte o sohbetten bazı kesitler…

SÖZ BAKANIN
ZİYA SELÇUK NELER ANLATTI

MİLLİ Eğitim Bakanı ile öncelikle yaklaşık 10 aydır süren “uzaktan eğitim”i konuştuk. Bakan EBA’da başarılı olduklarını söylüyor, “Eksiklerimiz olmakla birlikte EBA üzerinden günde 3.5 milyon ders yapılabiliyor. Bu süreçte TRT EBA kanalında 10 bin ders içeriği ürettik. 800 binin üzerinde öğretmene de dijital eğitimler verdik. Neticede eğitimi aksatmamaya, öğretmenlerimizin dijital becerilerini de arttırmaya çalıştık” diyor ve ekliyor: “Aynı süreçte imkânlarımızın el verdiği ölçüde ihtiyacı olan öğrencilere tablet dağıtımı yaptık, okullar için yarım milyar liralık hijyen malzemesi üreterek okullarımıza ulaştırdık. Okullar hijyen bakımından her türlü ekipmanla donatıldı.”

Hemen belirteyim: Sayın Bakan da bu süreçte “eğitimde fırsat eşitsizliği” meselesinin önemli bir sorun haline geldiği fikrine katılıyor, “Elimizdeki imkânlarla bu fırsat eşitsizliğini minimuma indirmeye gayret ettik ve edeceğiz” diyor ve ayrıca şunları ekliyor: “Beni endişelendiren önemli konulardan biri de şu: EBA programına katılan öğrencilerimizdeki heves ve gayrette giderek artan bir azalma ve isteksizlik hali var. Çoğu öğrenci programı savsaklıyor. Aslında bunu uzayan belirsizlik halinin doğal bir sonucu olarak da kabul edebiliriz. Sadece bu veri bile okulları neden bir an önce açmamız gerektiğinin etkili bir kanıtı.

İYİ HABER 1
HAZIRLIKLAR TAMAM

MEB’in sürecin bundan sonrasına, özellikle de uzun süredir ara verilen “yüz yüze eğitim aşaması”na ciddi hazırlıklar yaptığı anlaşılıyor. Bir taraftan okul yöneticileri ve öğretmenleri için bilgilendirme kılavuzları hazırlanmış, diğer taraftan da veliler ve öğrenciler için son derece mükemmel detaylandırılmış rehber kitapçıklar devreye sokulmuş. Dikkatle incelediğim o kitapçıkları çok değerli buldum. İçinde yazılanların yarısı bile yapılsa mesele hallolur!

İYİ HABER 2
O REHBERLERDE NELER VAR

VARAN 1: ÖĞRENCİ BİLGİLENDİRME REHBERİNDEN…

Öğrenci bilgilendirme rehberi eksiksiz bir eğitim içeriğiyle dolu. Bazı başlıklarda şunlar var:

“Yeterli ve kaliteli UYURUM.

Her gün düzenli EGZERSİZ yaparım.

Sağlıklı ve dengeli BESLENİRİM.

Sorunlarımı, kaygılarımı ailem ve öğretmenlerimle PAYLAŞIRIM.

Kişisel temizliğime ve HİJYEN kurallarına dikkat ederim.

MASKESİZ dışarı çıkmam.

Okula gitmeden önce ATEŞİMİ ölçtürürüm.

HALSİZ ve YORGUNSAM ailemle paylaşırım…”

VARAN 2: VELİ BİLGİLENDİRME REHBERİNDEN…

“Okullarımızı özlem ve heyecanla yeniden açıyoruz. Hazırlıklarımız tam ve eksiksiz. Şimdiye kadarki ilginiz ve işbirliğiniz bize güç verdi. Şimdi bir kez daha desteğinize ihtiyacım var” cümleleriyle başlayan bu rehberde ailelere “evde, servislerde ve okulda uyulması gereken bilgiler” detaylı olarak açıklanmış. Özellikle de “hijyenik önlemler” üzerinde ısrarla durulmuş.

İYİ HABER 3
EBA ALTYAPISI AVANTAJ OLDU

Bakan Selçuk’un anlattığına göre pandemi öncesinde etkin bir “uzaktan eğitim” yapılanmasına sahip olmamız, süreçte daha bir ay bir dolmadan EBA üzerinden uzaktan eğitime süratle geçmemizi sağlamış. Çoğu Avrupa ülkesinde bile bugün bile bulunmayan bu avantaj, Sayın Bakan’a göre eğitimde son derece önemli bir farklılık yakalamamızın başlıca nedeni olmuş. Anladığım kadarıyla “Nasıl ki salgın öncesinde sahip olduğumuz güçlü sağlık altyapısı salgınla mücadelemizi kolaylaştırmışsa, uzaktan eğitim altyapısı da eğitim meselesinde bize ciddi bir avantaj sağlamış”. Bakan diyor ki: “Eğer biraz daha ekonomik imkân sağlayabilirsek, devlet/kamu imkânlarını biraz daha Milli Eğitim alanına kaydırabilirsek bu çok endişe ettiğimiz ‘eğitimde kayıp meselesi’ni telafi etmemiz kolaylaşacaktır.”

NETİCE ŞUDUR
OKULLAR AÇILMALI

Yarın pandemi hayatımızda yeni bir sürecin başlayacağı kesin. Gelin bu süreçte de önceki hataları tekrarlamayalım. Her şeyden önce sürece “NORMALLEŞME” sözcüğünü asla bulaştırmayalım. “Normalleşme” yerine “KADEMELİ ESNETME” yaklaşımını kullanalım. İllerdeki vaka sayılarını esas alarak esnek bir program uygulamaya ve gelişebilecek yeni değişimlere bakarak, okulları kapatmak yerine programları farklılaştırmak yoluna gidelim. Kanaatime göre aynı stratejiyi bir an önce açılması arzulanan restoran, kafe ve benzeri yapılar içinde uygulayabiliriz.

Osman Müftüoğlu, küresel bir soruna dönüşeceği beklenen “AŞI KAVGALARI”nın sebebini ve detayları Hürriyet’teki köşesinde paylaştı. İşte o yazı…

Neredeyse her hafta önümüze yeni bir aşı seçeneği konuyor ama ihtiyacın yeterince karşılanamayacağı, üretimin talebe yetmeyeceği kesin. Küresel bir soruna dönüşeceği anlaşılan “AŞI KAVGALARI”nın sebebi de bu zaten.

Biliyorsunuz, son kavga Avrupa Birliği ile Birleşik Krallık arasında patladı. Devreye Britanya Kilisesi bile girdi ve kavgayı yatıştırmak yerine yangına körükle gidip Avrupa Birliği’ni ayıpladı! Birleşik Krallık Anglikan Kilisesi’nin “COVID-19 aşısının ihracatını kontrol etme çabası AB değerlerinin altını oyuyor” açıklamasını yapması önemli. Kısacası, aşı savaşlarının büyüyeceği kesin. Mevcut aşılara yenileri eklense bile üretim şimdilik küresel ihtiyacın tamamını karşılamaktan çok uzak. Durum böyle olunca da imkânı olan ülkeler yeni çözümlere yöneliyor. O çözümlerden birinin de “MONOKLONAL ANTİKORLAR” olduğu anlaşılıyor. Özetle “Ceket bulamadık, gömlek verelim mi abi?” şeklinde bir durumla karşı karşıyayız. Önümüzdeki günlerin aktüel sorularından birinin “Aşı eksikliğini antikorlarla giderebilir miyiz?” olacağı anlaşılıyor. Peki, bu mümkün mü? Detaylar için buyurun…

İLK ADIM ALMANYA’DAN 

VATANDAŞINA yeteri kadar aşı temin edemeyenler sadece yoksul ülkeler değil. Zengin ülkeler de aynı sorunu yaşıyor. Mesela Almanya fena halde sıkışmış durumda. Alman Sağlık Bakanı Jens Spahn, en iyi ihtimalle muhtemelen mart ayı içerisinde makul miktarda aşıyı ancak temin edebileceklerini söylüyor. Bu nedenle de Almanya elindeki seçenekleri çeşitlendirmek istiyor. Gelen haberlere bakılırsa, Almanya hükümeti daha şimdiden aşı yerine kullanılmak üzere 200 bin doz “monoklonal antikor” stoklamış durumda. Sağlık Bakanı Jens Spahn, “gelecek haftadan itibaren monoklonal antikor kullanımına başlayacaklarını” duyurdu ve “Bu uygulama basit bir aşı işlevi görüyor, hastalığın erken aşamasında kullanıldığında özellikle yüksek risk grubundaki hastalarda, hastalığın daha ağır sonuçlar yaratmasını engelliyor” dedi. Bu çözüm diğer ülkeler için de söz konusu olabilir mi? Biraz zor görünüyor. Zorluğun sebebi ise şu cümlede saklı: ALMANYA HÜKÜMETİ 200 BİN DOZ MONOKLONAL ANTİKOR İÇİN 487 MİLYON DOLAR PARA ÖDEMİŞ! Kısacası antikor konusunda da “Parası olan düdüğü çalacak!” gibi görünüyor.

DETAY 2
ANTİKORLARA GÜVENELİM Mİ

İSTERSENIZ gelin, önce “Antikor nedir? Monoklonal antikorlar neden daha önemlidir?” sorularına yanıt arayalım. Herhangi bir virüs vücudumuza girdiğinde B lenfositlerimizin (bağışıklık hücrelerimiz) ürettikleri koruyucu maddelere “ANTİKOR” deniyor. Farklı B lenfositleri, farklı antikorlar üretiyor. O antikorlar virüslerin dış yüzeyine yapışarak onları hareketsiz hale getiriyor. Neticede de bu virüs hücrelerimize giremiyor, bizi hasta edemiyor.

DETAY 3
MONOKLONAL ANTİKORLARIN FARKI NE

B lenfositlerimizin ürettiği antikorların en güçlüleri  “ETKİSİZLEŞTİREN/NÖTRALİZE EDEN ANTİKORLAR”dır. Bu antikorları diğerlerinden ayrıştırmak, içlerinde en güçlü, çalışkan, başarılı, olanları belirlemek ve bunları laboratuvar şartlarında çoğaltarak büyük miktarlarda üretebilmek de mümkündür. Bu şekilde elde edilen antikorlara “tek bir antikor üretici hücreden klonlandıkları” için “MONOKLONAL ANTİKORLAR” adı veriliyor. Bunlar adeta birbirinin kopyası antikorlardır ve her defasında/daima bizi hasta etmeye çalışan belirli bir virüsün sabit bir kısmına yapışarak onu etkisiz kılarlar. Zaten bu nedenle de tedavi amacıyla kullanıldıklarında “mükemmele yakın” sonuçlar sağlarlar. Bu antikorları geçici de olsa korunmak için aşı yerine kullanmak mümkün olabiliyor.

DETAY 4
ELİMİZDE MONOKLONAL ANTİKOR VAR MI

BAZI ilaç firmaları “yeni koronavirüse özel” monoklonal antikor üretmeyi başardılar. Mesela Eli Lilly ilaç firması bunlardan biri. Firma ürettiği monoklonal antikor için Amerikan ilaç otoritesi FDA’dan “hızlandırılmış bir izin” de aldı. Ayrıca bir başka firma ABD’li Regeneron şirketi ürettiği iki monoklonal antikorlu kokteyl bir ilaçla “Yarışta ben de varım” dedi. Hatırlayalım, geçtiğimiz ekimde ABD’nin eski başkanı Donald Trump’ın tedavisinde de Regeneron’un ürettiği bu iki antikorlu ilaç başarıyla kullanıldı. Ve yeniden altını çizelim: ANTİKOR KLONLAYARAK ELDE EDİLEN BU GRUP İLAÇLARIN MALİYETLERİNİN ÇOK YÜKSEK OLACAĞI, BU NEDENLE DE AŞI TERCİHİNİN DAİMA BİRİNCİ PLANDA TUTULMASI GEREKTİĞİ son günlerde de gündeme getirildi.

DETAY 5
PEKİ, NETİCE NE

BANA göre, aşı savaşlarının neticelerini tek cümlede özetleyebiliriz: “BU PİLAV DAHA ÇOK SU KALDIRIR!” Bu savaş kolay kolay neticelenmez. Gelişmelere bakılırsa bugün Avrupa Birliği ile İngiltere arasında başlayan “aşı itiş kakışı”, yarın AB’nin kendi içinde patlayacak. Muhtemelen Fransa ve Almanya “Önce biz!” diyecek. Bu gelişmeye anında ve şiddetle İtalya ve İspanya “Olmaz arkadaş!” feryadıyla itiraz edecek. Bitmedi: Ardından da devreye Polonya, Slovenya, Çekya, Macaristan, Bulgaristan girerse kimse şaşırmayacak.

SONUÇ ŞUDUR
ANTİKORLAR ÇOK PAHALI

SORU şu: Monoklonal antikorlarla aşıdaki eksikliği tamamlamamız mümkün mü? Almanya’nın “sadece 200 bin doz için 500 milyon dolara yakın para ödediğini” Alman kamu yayın kuruluşu Deutsche Welle’den öğrendik. Eğer bu bilgi doğruysa – ki doğru- aşı eksikliğini antikorla tamamlamaya Almanya’nın bile gücünün yeteceğini zannetmiyorum. Kısacası aşı eksikliğini antikorlarla kapatamayız. Aşı kavgalarının üstünü monoklonal antikorlarla örtemeyiz. Ama yine de bilelim ki monoklonal antikorlara sahip olmamız özellikle “tedavi açısından” bilhassa toplu organ yetmezliği olan hastalarımız için muazzam bir avantaj olabilir.

(NOT: bbc.com’dan yararlanılmıştır.)

KESİP SAKLAYIN
ÇÖP TAKVİYELERE HAYIR!

TAKVİYELER hastalıklardan korunmada kullandığımız önemli ve faydalı seçenekler. Ne var ki doğru takviyeye ulaşmak ve çöp takviyelerden uzak kalabilmek pek kolay değil. Biliyoruz ki takviyelerin içindeki aktif maddeler çok önemli. Eğer doğru içeriği olan bir takviye bulamıyorsanız paranız da zamanınız da boşa gidebiliyor. Neticede de bedenleriniz bir takviye çöplüğüne dönüşebiliyor. Peki, doğru takviyeler neler? İşte bazı örnekler…

Hürriyet yazarı Osman Müftüoüğlu, bugün kaleme aldığı yazısında “Takviye yutmak aşıyı da güçlendirir mi?” konusunu ele aldı.

“Salgının başından bu yana tam bir “vitaminmanya” yaşanıyor. Herkes şu ya da bu vitamini yutma peşinde.” köşe yazısına başlayan Osman Müftüoğlu salgınla mücadele döneminde takviyelerin aşılarla sağlanabileceği bağışıklığı daha da güçlendirebilecekleri konusunda merak edilen soruları yanıtladı. 

Bağışıklık sistemini güçlendiren vitamin, mineral ve antioksidanların sayısı bir elin parmaklarını asla geçmiyor, geçemiyor. Üstelik takviyeler oldukça da pahalı şeyler. Bu nedenle bilinçli kullanılmaları gerekiyor. Son günlerde vitaminmanya gündemine yeni bir madde eklendi: Bazı takviyelerin aşılarla sağlanabileceği bağışıklığı daha da güçlendirebilecekleri ileri sürülüyor. Peki doğru mu? Doğruysa önceliği hangi takviyelere vermek lazım?

Ne var ki bağışıklık sistemini güçlendiren vitamin, mineral ve antioksidanların sayısı bir elin parmaklarını asla geçmiyor, geçemiyor. Üstelik takviyeler oldukça da pahalı şeyler. Bu nedenle bilinçli kullanılmaları gerekiyor. Son günlerde vitaminmanya gündemine yeni bir madde eklendi: Bazı takviyelerin aşılarla sağlanabileceği bağışıklığı daha da güçlendirebilecekleri ileri sürülüyor. Peki doğru mu? Doğruysa önceliği hangi takviyelere vermek lazım?

İLK SIRADA D VİTAMİNİ VAR

D vitamininin akılcı kullanımının COVID-19’u daha hafif geçirme şansı verebileceğini, hastalığın süresini kısaltabileceğini hatta uzamış COVID-19 meselesine bile çare olabileceğini gösteren bazı bilimsel veriler var. Aynı avantaj, bana göre güçlü bir çinko asetat ve C vitamini desteği için de söz konusu olmalı. Takviye kullanarak bağışıklığı güçlendirmek, aşılarla sağlanabilecek bağışıklık gücünü arttırmak bakımından da doğru ve anlamlı. Üstelik bazı araştırmalarda da bu yaklaşımı destekleyebilecek verilere ulaşılıyor. Örneğin Fransa’da yaşlılar üzerinde yapılan bir çalışmada, uzun süreli C, E vitaminleri, beta karoten ve selenyum sülfat desteği kullanımının grip aşısından sonra daha güçlü antikor cevabı sağladığı da gösterildi.

NE YAPMALI?

D VİTAMİNİ REZERVİNİZİ DİKKATLE İNCELEYİN

Kişisel kanaatim şudur: D vitamini bağışıklık sisteminin vazgeçilmez oyuncularından biridir. Diğer bir deyişle, bağışıklık gücünün bir numaralı vitamin desteğidir. D vitamini eksiğini tamamlamanın ve düzenli olarak her gün makul dozda D vitamini takviyesi almanın bugünlerde özellikle işe yarayacağını ben de düşünüyorum. Zaten bu nedenle de salgının başından bu yana her gün 1000 ünite D vitamini takviyesi alıyorum. Ama şunu da iyi biliyorum:

Sadece vitamin ve/veya mineral takviyeleriyle bağışıklık sistemini güçlü tutmamız mümkün olmaz. Düzenli, yeterli, çeşitli ve dengeli beslenmek, her gün düzenli olarak EGZERSİZ yapmayı ihmal etmemek, kaliteli bir uyku ve HUZUR odaklı bir yaşamdan taviz vermemek de en az vitamin takviyeleri kadar önemli birer bağışıklık desteğidir.

HATIRLATMA
COVID-19 TAKVİYELERİNDE İLK 5

D vitamini
Çinko asetat
C vitamini
Selenometionin
B12 vitamini

OKUR SORUSU

KUMAŞ MASKELER DAHA MI ETKİLİ

Virginia Politeknik Enstitüsü (ABD) araştırmacılarının 11 farklı malzeme ile yaptıkları “etkinlik değerlendirmesi” dikkate alındığında “esnek ve sıkı dokunmuş kumaşla birlikte iki dış katman içeren ve ortasında HEPA filtresi gibi bir malzeme bulunan üç katmanlı maskeler” virüsten korunmak için en güvenli koruyucu malzemelerdir. Aynı uzmanlar bu bilgiden hareketle “Kullandığınız maskenin gerçekten işe yarayabilmesi için de kumaş katmanlarında bulunduğundan emin olmalısınız” diyorlar. Kumaş maskelerin bana göre en önemli dezavantajları, fiyatları. Cerrahi maskelere göre bunlar daha pahalılar. Ne var ki usulüne göre yıkandıktan sonra tekrar tekrar kullanılmaları da önemli bir avantaj.

BEYİN İÇİN 10 DAKİKA BİLE YETİYOR

Columbia Üniversitesi’nde (New York/Amerika) yapılan yeni bir çalışma, her gün sadece 10 dakika düzenli aerobik egzersiz (yürüme, bisiklete binme, koşma) yapmanın bile beyine önemli faydalar sağladığını, yaşlılık sürecinde de beyin sağlığını ciddi şekilde koruduğunu net ve açık olarak gösterdi. Araştırmayı yapan uzmanlar egzersizin pek çok nedenle ama özellikle de damarlar üzerindeki koruyucu etkisi sayesinde düşünme becerilerini arttırdığını açıkladılar. Netice şudur: Sadece kaliteli yaşamak için değil, yalnızca formda ve sağlıklı kalmak için de değil, iyi yaşlanmak için de her gün düzenli egzersiz yapmak zorundayız. Üstelik bu işe sadece 10 dakika ayırmak bile yeterli olabiliyor.

BİR İTİRAZ

AHMET HAKAN’A KATILMIYORUM

Geçtiğimiz cumartesi Hürriyet’teki köşesinde Ahmet Hakan “Vaka sayıları düşüyor, hasta sayısında azalma var, aşılama başladı, başlayacak, ben diyorum ki: Lokantaları ve kafeleri yavaş yavaş açsak mı?” diye yazdı. Ahmet Hakan’la kesinlikle aynı fikirde değilim. Biliyorsunuz, biz aynı hatayı geçtiğimiz haziranda da yaptık. Yanlış normalleştik. Gelin bu sefer yine aynı hataya düşmeyelim. 2020 Haziranında yaptığımız gibi hızlı ve fazla normalleşmeyelim. Aşılamanın olumlu sonuçlarını en erken mayıs ayı gibi alabileceğimizi bilelim, ona göre hareket edelim, kademeli normalleşelim. Kademeli normalleşmede bile “Bilim Kurulu ne diyorsa” ona göre hareket edelim. Vaka sayılarındaki bu sevindirici azalmanın sadece “kalabalıklaşmaları azaltma” sayesinde ulaşılan geçici bir sonuç olduğunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Unutmayalım ki virüs sokakta bizi, bizim yeniden kalabalıklaşmamızı, kalabalıklaşabileceğimiz mekânlarda yeniden çoğalmamızı bekliyor.

HATIRLATMA

7 ÖNEMLİ OMEGA 3 TAVSİYESİ

Omega 3 eksikliğimiz global bir sağlık sorunu. Bu nedenle de çoğumuz Omega 3 takviyesi yutuyoruz. Ne var ki burada da çoğu zaman tonla hata yapıyoruz. İsterseniz gelin, bu hatalara düşmemek için şu 7 tavsiyeyi siz de bir kenara not edin.

1- Omega 3 haplarını yemekle birlikte almak daha iyi sonuç veriyor.

2- Bu destekleri günün her saatinde almak, mümkünse sabah kahvaltıyla birlikte alınmaları tavsiye ediliyor.

3- Kullanacağınız Omega 3 desteğinin içindeki EPA ve DHA miktarları da önemli bir ayrıntı. Bunların miktarı arttıkça faydaları da artıyor. Ancak fosfolipid omegaların trigliserid omegalara oranla EPA ve DHA emilimleri çok daha fazla, dolayısıyla daha düşük miktarlarda yeterli kabul ediliyor.

4- Balık yağı ile Omega 3 takviyeleri aynı şey değil. İçinde çok çok az miktarda EPA ve DHA bulunan balık yağları da satılıyor ve bunların balık yağı olma dışında ciddi bir faydaları yok.

5- Omega 3 takviyeleri kilo aldırmıyor, yaz-kış yılın her ayında kullanılabiliyor.

6- Doğal yolla kazanılan Omega 3’lerin daha etkili ve faydalı olduğunun altı çiziliyor. Omega 3 zengini balık yemek, imkânlar ölçüsünde Omega 3 zengini yumurta, süt ürünü, etlere yönelmek tabii ki en akılcı olanı.

7- Doğal kaynak olarak bitkisel Omega 3’lerden de vazgeçmemek lazım. Ceviz, keten tohumu ve yağı, chia, semizotu gibi bilinen bitkisel omega 3 kaynaklarını ihmal etmemekte fayda var.

Pandemiden kadınlara oranla erkekler daha çok etkilendi. İstatistiksel veriler de bu bilgiyi doğruluyor. Hürriyet yazarı Osman Müftüoüğlu, bugün kaleme aldığı yazısında ‘erkekler neden daha şansız’ sorusunun yanıtını verdi.

Rakamlara bakıldığını koronavirüse erkekler daha çok yakalanıyor. Hastalığın erkeklerde daha ağır seyrettiği, daha uzun sürdüğü ve daha çok can kaybına yol açtığı ortak kanaat… Erkekleri fena halde korkutan bu olumsuz gelişmelerin nedenleri  henüz bilinmiyor. Hürriyet yazarı Osman Müftüoğlu muhtemel bazı faktörlerden söz edildiğini belirtti ve bunları sıraladı. Müftüoğlu şunları kaydetti:

COVID-19’da erkeklerin kadınlara oranla daha yüksek risk taşımalarının farklı nedenleri var. Birincisi, bağışıklık sisteminin kadınlarda erkeklerden daha güçlü olması. Uzmanlar bu farklılığı östrojen hormonuna ve kadınların bağışıklıkla ilgili genleri içeren iki X kromozomunu birlikte taşımalarına bağlıyorlar. Ayrıca kadınların hijyenik kurallara erkeklere oranla daha çok riayet etmeleri ve genelde de sağlıklarına daha çok özen göstermeleri önemli faktörler olmalı. Diğer taraftan, hastalığın seyrini ağırlaştıran ve ölüm olasılığını arttıran diyabet, hipertansiyon, KOAH gibi kronik hastalıklara erkeklerde daha sık rastlanması da önemli bir belirleyici. Bana sorarsanız, erkeklerin maske takma ve sosyal mesafeye uyma gibi koruyucu önlemlere uyum göstermede kadınlara oranla daha dikkatsiz ve rahat davranmaları da etkili bir faktör olabilir.

BURUN KARIŞTIRMAK ŞİMDİ DAHA TEHLİKELİ

BURUN karıştırmak yanlışı, haklı ve doğru olarak, çevre tarafından hoş karşılanmayan kötü bir davranış biçimi. Ayrıca bu sevimsiz alışkanlığın oluşturabileceği ciddi bazı sağlık riskleri de var: Burnunu karıştıran kişiler hem parmak uçlarına çevreden yapışabilecek mikropları burunlarına da bulaştırma riskine giriyor, hem de burunlarında taşıdıkları farklı mikropları dokundukları yüzeylere de aktarabiliyorlar. Bu önemli bilgi, yeni koronavirüs için de aynen geçerli. Üstelik burun delikleri yeni koronavirüsün bedenimize girebileceği bir numaralı kapılar!

Araştırmalar da COVID-19’da burun yoluyla bulaşmanın ağızdan daha sık ve önemli olduğunu net ve açık olarak gösterdi. Diğer taraftan burun karıştırmanın, burun içindeki koruyucu doku tabakasında (epitel) hasara yol açarak da hastalığa yakalanmayı kolaylaştırabileceği kesindir. Kısacası, pandemi sürecini burun karıştırma alışkanlığından kurtulmak için önemli bir fırsat haline getirmek mümkündür.