Şunun için etiket arşivi: SAĞLIK haberleri

Omega-3 yağ asidi bakımından en zengin besin olan balık özellikle beyin fonksiyonlarını olumlu etkiler. Bu yüzden uzmanlar haftada 1 ya da 2 defa düzenli tüketilmesini öneriyor. Aynı zamanda bağışıklık sitemine de inanılmaz faydalar sağlar. Özellikle virüs ve bakterilere karşı güçlenmesini destekler. Saç dökülmesinden cilt sorunlarına kadar birçok hastalığa inanılmaz faydaları vardır.

Deniz canlıları arasında insan sağlığına inanılmaz faydası olan balık, hemen hemen dünyanın yaratılışından beri doğada bulunmaktadır. Ciddi bir geçim kaynağı olan balık özellikle kayadan uzak suyu çok olan insanlar için aynı zamanda güçlü bir besindir. Günümüze kadar milyon defa değişen balığın milyonlarca çeşidi bulunmaktadır. Bu çeşitleri yarısı insan sağlığı için tehdit oluştururken yarısı ile olumlu destek sağlar. Özellikle omega-3 yağ asidi bakımından zengin olan balık vücut gelişiminin olmazsa olmazlarındandır. İlk insandan beri tüketilen balığın en çok tüketim alanı Norveç ve Asya ülkeleridir. Bu ülkelerde yaşayan insanlar çiğ halde bile balık tüketiyor. Beyni güçlendirdiği bilinen balık ülkemizde ise kızartılarak ya da mangalı yapılarak tüketilir. Yapılan araştırmalarda insan sağlığının ihtiyacı olan omega-3 yağ asidini tek seferde karşılayabilecek en etkili besindir. İnsan vücudu omega-3 yağ asidi üretmez. bu yüzden dışarıdan takviyeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç anne karnında başlar. Bu yüzden uzmanlar hamile kadınların aksatmadan tüketmesini tavsiye eder. Ancak bu besininde tüketilme oranı vardır. Aksi halde ihtiyaçtan fazla protein alan bağışıklık sitemi antikor üreterek alerjik reaksiyona sebebiyet verir. 

BALIĞIN FAYDALARI NELERDİR?

 En yaygın faydası zeka gelişimini desteklemesidir. İçeriği yağ asidi beyindeki deforme hücrelerini azaltarak beynin depolama bölümünü kuvvetlendirir. 

 Kötü kolesterol oranının düşürerek iyi kolesterolü yükseltir. Kanda bulunan serbest yağları da düşürerek damar tıkanıklığı riskini azaltır. Böylece kalbin kanı daha iyi pompalamasını destekler. 

 Kılçığı yenilebilen balık kalsiyum bakımından en zengin balık türleridir. Kemik gelişiminde de etkili olan kalsiyum miktarını vücudumuzda dengelemek için uzmanlar haftada en az 3 gün balık yemeği tüketmeyi öneriyor. 

 Hayvansal yağların aksine doymuş yağ asitleri bakımından zengin olan balıklar gözümüzdeki sarı noktanın görme işlevini artırır. Aynı zamanda göz hastalıkları riskini azaltır. Bunun nedeni de omega-3 yağ asitleri zararlı hücreleri yok ederek genç hücrelerin sayısını hem korur hem artırır.

 Özellikle kış aylarında bolca tüketmemiz gereken balık üst solunum yolu enfeksiyonları hastalıklarına karşı vücut direncini artırır. Yapılan araştırmalarda balık bağışıklık sitemini de güçlendirerek kansere hücrelerini azaltır. 

BALIĞIN BAĞIŞIKLIĞA ETKİLERİ!

Yaklaşık 5 aydır tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemesinden korunmanın en sağlıklı yolu vücut direncini güçlendirmektir. Bağışıklığı ve akciğerleri sağlıklı olan kişilerin bu hastalığı daha hafif seyirlerle atlatıyor. Bağışıklığı güçlendirmenin en temel noktasında beslenme alışkanlığıdır. Dünya Sağlık Örgüt’nünde verilerine göre bağışıklığı güçlendirmede etkili maddeler ise protein, kalsiyum, B vitamini kompleksi, A vitamini ve Omega-3 yağ asitleridir. Bütün bu maddeleri barındıran nadir besinlerden biri ise balıktır. Balık sadece koronavirüsü değil tüm hastalıklara karşı vücut direncini artıran bir besindir. Hücrelerin yapısını koruyarak kanser hastalıklarının oluşmasının önüne geçer. Kardiyovasküler sistemi yenileyerek herhangi bir kalp ve damar hastalığının ortaya çıkmasını önler. Metabolizmayı düzenler. Omega-3 yağ asidi yani en faydalı olan yağı doğal yolla vücudun almasını sağlar. 

HANGİ BALIKLAR DAHA FAYDALIDIR?

Her balık türü insan sağlığına olumlu etkiler bırakmaz. Bu yüzden yapılan araştırmalar sonucunda uzmanlar; somon, uskumru, ton balığı, alabalık, hamsi ve morina gibi türlerin daha sağlıklı olduğunu vurguluyor. Bu balıklar diğerlerine oranla omega-3 yağ asidi bakımından daha zengindir. Vücudun ihtiyacı olan E vitamini sağlayarak cilt ve saç sağlığına olumlu etki sağlar. Özellikle yaşlanmayı geciktirerek vücudun direncini artırır.

BALIK EN SAĞLIKLI NASIL TÜKETİLİR?

Uzmanlar her ne kadar bu konuda kesin yanıt vermezse de çoğu uzmana göre en sağlıklı balık fırında kendi yağında pişendir. Onun dışında mangalda pişen balık gereğinden fazla ısıya maruz kaldığından tüm değerleri ölebilir. Aynı zamanda trans yağlarla tavada kızartılan balıkta aynı sebepten ötürü faydasını kaybeder. Taze balıkların dillendirilmesi ve tam pişirilmesi gerekir. Tam pişmeyen balıktan et yiyen bakteriler ciddi sağlık sorunlarına neden olur. Bu yüzden balıkların tam pişmesinde fayda var. Ayrıca hem lezzetini hem sağlığını artırmak için kekik, fesleğen ve defne yaprağı gibi baharatlarla harmanlanması önerilir.

BALIKTAKİ OMEGA-3 YAĞ ASİDİNİN VÜCUTTAKİ GÖREVLERİ

En etkili faydası kötü kolesterol oranını düşürerek kalp ve damar sağlığını korur.

Kemik ve kasların oluşma yapısını güçlendirerek romatizmal hastalıkların önüne geçer.

Kan akışını kolaylaştırarak pıhtılaşmasını ve damar tıkanıklığı, anevrizma gibi rahatsızlıkların yaşanmamasını sağlar. 

Hamile kalma oranını güçlendirir. Hamilelik sürecinde de düşük riskini azaltır.

Bağışıklık sistemini güçlendirerek kanserli hücrelerin oluşumunu engeller.

Yağ asitleri sinir hücrelerini güçlendirerek ruhsal hastalıkların önüne geçer. Uzmanlar özellikle depresyona meyilli kişilerin düzenli tüketmesini öneriyor. 

– Göz hastalıkları arasında en yaygın olan sarı noktayı güçlendirerek görme kaybını engeller.

Koronavirüs beliritlerinden biri olan ishal, ciddi bir sindirim hastalığıdır. Dışkılamanın yüzde 70’ini sıvı olarak akmasına neden ishal, Dünya Sağlık örgütüne göre çocuklarda görüldüğünde ölüme neden olabilir. Vücutta ciddi bir su kaybına yol açar. Kalın bağırsaktaki fonksiyonel bozuklukla ortaya çıkan ishal hakkında merak edilenleri araştırdık. Peki En çabuk ishal nasıl geçer? İshale iyi gelen besinler nelerdir?

Anne karnından beri gelişen beslenme vücudun şekillenmesi ve sağlıklı bir yaşamı için gerekli ihtiyaçlardan biridir. Ancak dünyaya geldikten sonra şekillenmeye başlayan beslenme beraberinde bazı komplikasyonlarda oluşur. Özellikle hassas olan sindirim sorunları bunların başında gelir. Anne sütü ile tam beslenememiş ve bağırsak oluşumunda sıkıntıları olan kişilerde bu yüzden sıklıkla ishal görülür. İshal aslında birçok nedenden dolayı her yaşta görülebilir. Yeni doğan bebekte görülmesinin nedeni henüz yeni oluşan bağırsaklarda eksik olan flora sayısından kaynaklıdır. Çocukluk döneminde ise sağlıksız beslenme, uyku sorunu ve alerjik semptomların görülme sıklığa bağlıdır. Yetişkinlikte ise tıpkı bebeklikteki gibi az olan flora sayısı ya da çeşitli dış etkenler örneğin tüketilen suyun tam temiz olmaması ya da kronik hastalıklardan dolayı tüketilen ilaçların yan etkilerinden kaynaklı da bağırsakların işlevselliğinin bozulmasına yol açar.

İSHAL NEDEN OLUR? 

– Yeterli miktarda annesi sütü ile beslenmemek

– Çocukken geçirilen enfeksiyonlu hastalıklar sonucu virüslerin vücutta kalması

– Bağırsak florasını düşüren beslenme şekli

– Alerjik ve yüksek ateşli hastalıkların oluşturduğu komplikasyonlar

– Hastalıkların belirtileri

– Tüketilen besinlerin tarihinin geçmesi

– Vücudun ihtiyacı olan lif oranını karşılamamak gibi durumlar ishale yol açabilir. Ancak bunun yanı sıra yaz aylarında artan sıcaklıklar vücut ısı dengesini bozar. Sıcaklık organların özellikle de bağırsakların fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Bu da kusma ve ishalin artmasına yol açar.

İSHAL BELİRTİLERİ NELERDİR?

Şiddetli karın ağrısı ve kasılmalarla görülen ishal, huzursuz uyku ve sosyal ortamda rahat hareket etmeyi engeller. Dışkılama da sıklık görülür. Dışkılama sonrası kusma hissi yaşanır. Artan dışkılama ile beraber terleme ve yüksek ateş görülür. Hafif bir baş dönmesi, ağız kokusu ve iştahsızlık belirtiler arasında yer alır. İshal olan kişinin dudakları kurur. Genellikle aniden zayıflama ve vücut yorgunlukları yaşanır. Ten rengi ya beyaz ya da sarı olur. Yorgun ve halsiz görülür. 

İSHALE NEDEN OLAN BESLENME ŞEKLİ NEDİR?

Günlük beslenme şekli sindirim sistemini etkilediğinden ishale neden olan yiyecekler konusunda uzmanlar uyarıda bulunur. Örneğin baharatlı yiyecekler bağırsak fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Bunun yanı sıra aşırı yağlı, işlenmiş ve gazlı içecekler de yol açabilir. Bunun yanı sıra süt ve süt ürünleri aşırı protein içerdiğinden hücre yapısını bozar. Bu hem gaz sıkışmasına hem de ishale yol açabilir. Aşırı tüketilen nohut, ıspanak, soğan, sarımsak ve çiğ sebzelerde ishal yapan besinler arasında yer alır. 

EN ÇABUK İSHAL NASIL GEÇER?

İshali hızla durdurmanın yollarından biri patates haşlamasıdır. İki orta boy patates bağırsakların daha yavaş çalışmasını sağlar. Bunun yanı sıra yulaf, buğday ya da pirinç lapası da bağırsakların hızlanmış fonksiyonunu düşürebilir. Bu süreçte su tüketimini artırmak hem ishali hem de vücudun enerjisinin düşmesinin önüne geçer. Bazı uzmanlar sarı leblebi, çubuk kraker ve ekmeğin ishale iyi geldiğini vurguluyor. Muz ve elma da ishale iyi gelen meyvelerdendir. 

Genellikle turuncu olarak bilinen mandalinanın yeşilinin daha çok C vitamini içerir. Üst solunum yolları hastalıklarında birebir doğal tedavi sağlayan yeşil mandalina içeriğinde güçlü çözücü maddeler barındırır. Bol etli olan yeşil mandalinanın ayrıca karaciğerin işlevselliğini olumlu etkilediği tespit edilmiştir. Peki Yeşil mandalinanın faydaları nelerdir?

Bilimsel adı citrus reticualata olan mandalinanın en saf hali yeşildir. Yeşil halinde olan mandalina daha fazla C vitamini içerir. Bu yüzden uzmanlar bu halinde tüketilmesini tavsiye eder. Bol etli olmasının yanı sıra su oranı da yüksek olan yeşil mandalina içeriğinde virüs öldürücü güçlü maddeler içerir. Normal mandalinaya göre yeşil mandalinan kabuğu daha serttir. Sıcağı sevmesine rağmen kışın tüketimi daha fazladır. Ekşimsi ve mayhoş bir tadı olan yeşil mandalina özellikle boğaz ağrıları ve balgam sökmede etkilidir. Hafta da en fazla 4 gün tüketilmesi tavsiye edilir. Bazen limonun yeşili ile karıştırılır. Taze halde tüketilmesi tavsiye edilen yeşil mandalinadan marmalet ve reçel yapılır. Ayrıca kabukları kurutulup çay olarak da tüketilebilir. Bunun yanı sıra yeşil mandalina kozmetik fabrikaları içinde ham maddedir. İyi muhafaza edilmesi gerekir. Aksi halde dalından koparılır koparılmaz çürüyebilir. 

YEŞİL MANDALİNANIN FAYDALARI NELERDİR?

Beta karoten bakımından zengin olan yeşil mandalina tam bir C vitamini deposudur. Böylece mevsim geçişlerinde ve kış aylarında sıklıkla görülen üst solunum yolları hastalıklarında güçlü bir besin kaynağıdır. Antioksidan sayesinde bağışıklığı virüslere karşı kalkan haline getiren yeşil mandalinayı hasta olmadan da tüketilmesi gerekir.

Potasyum vücudun işleyişi bakımından gerekli maddelerden biridir. Yeşil mandalinın yüzde 70’inde bulunan potasyum bu işleyişe olumlu katkı sağlar. 

Göz sağlığının olmazsa olmaz maddesi A vitamini de içeren yeşil mandalina ileri yaşlarda görülme ihtimali olan katarak gibi sorunların önüne geçer.

Lif bakımından zengin olan yeşil mandalina diyet yapanlar için kış mevsimlerinde tüketmesi gereken besinlerin başında gelir. Hem vücudu korur hem de sindirim sistemini çalıştırarak kış aylarında hantallaşmasını önler. Ayrıca uzun süre tok tutar. Ancak fazla tüketildiğinde ishale neden olur.

Kış aylarında genellikle su tüketimi azalır. Uzmanlar bu yüzden yeşil mandalina ya da portakal gibi besinlerin daha fazla tüketilmesini önerir. Susuz kalan vücutta sıklıkla böbrek hastalıkları görülür. 

Kan basıncını dengeler. Yüksek tansiyonu önlediği gibi damarlarında sertleşmesinin önüne geçer. Kandaki mikrobu temizler ayrıca yağ oranını azaltır. Kötü kolesterol seviyesini düşürür. Bu sayede kalp ve damar hastalıklarının önüne geçer. 

Çağlar boyunca çeşitli salgınlar toplu ölümlere neden oldu. Bunlardan biri de kolera salgını oldu. Kolera ilk kez Japonya’da görüldü. Fark edilmeden tüm dünyaya yayıldı. Günümüzde de halen bazı ülkelerde görülen kolera hastalığı hakkında merak edilenleri sizler için araştırdık. Peki Kolera salgını nedir? Kolera salgını ne zaman başladı? Kolera salgını belirtileri nelerdir? İşte soruların yanıtı:

Vibrio cholerae adlı bir bakterinin bağırsaklara yerleşmesiyle yaşanan hastalığa kolera denir. Akut ve şiddetli ishale neden olan hastalık ilk kez 117 yılında Japonya’da görüldü. Daha sonra 1826 yılında Moskova ve akabinda da 1831’de Berlin ve Paris’te devam etti. Virüs hızlı bulaşır ancak o zamanlarda ulaşım sıkıntısı olduğundan yıllar yıllar sonra diğer ülkelere sıçradı. Büyük kentlerde görülen hastalık tedavi bulunana kadar ciddi derece de ölümlere neden oldu. Topraklarımıza Osmanlı Devleti zamanında geldi. Balkan Savaşlarında yaşanan salgın çok sayıda askerin ölmesine yol açtı. Dışkının suya karışması ve suların arındırılmamasından dolayı yayılan kolera virüsü, bağırsaklara yerleşerek organlarda çoğalarak işlevselliklerini yitirir. 

KOLERA HASTALIĞININ NEDENLERİ NELERDİR?

Kirli sularda yetiştirilmiş sebze ve meyvelerin yeterince yıkanmamasından kaynaklı virüsün ağız yoluyla bulaşmasına neden olur. Ayrıca bu tarz kirli sularda yetişen deniz ürünlerinin yeterince pişirilmeden tüketilmesi de sebep olabilir. Kirli suların tarlalara ulaşması ve hasatlara virüs bulaşır. Bu tarlalarda yetişen besinlerde salgına yol açar. Nadiren de olsa insandan insana dışkı yoluşla bulaşır. Ya da ortak kullanılan eşyalarda bulaşa zemin hazırlayabilir.

KOLERA HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?

1 ya da 2 gün içerisinde kuluçka döneminde olan virüs daha sonra harekete geçer. İlk olarak normal olarak ishale yol açar. Daha sonra ishalin şiddeti artar. Vücut neredeyse susuz kalır. Bunun akabinde vücut ağrıları, ağız da kuruluk, iştahsızlık, şiddetli karın ağrısı, ani düşen tansiyon, susama hissine bağlı yükselip azalan nabız, gözlerde morarma, ten renginde sarılık, ses tellerinde ağrı, ciltte su kaybına bağlı kırışma ve son olarak hasta şoka girer. Erken tedavi edilmediğinde ölümle sonuçlanabilir. O yıllarda ilacı henüz bulunmadığından çok sayıda can kaybına yol açtı.

KOLERA HASTALIĞININ TEDAVİSİ VAR MI?

İlk ortaya çıktığı yıllarda kesin bir tedavisi yoktu. Ancak günümüzde çok basit bir tedavi yöntemi vardır. Öncelikle ishalin durdurulması için ilaç yöntemine başvurulur. Vücut aşırı su kaybettiğinden dolayı sıvı takviyesi sağlanır . Bu süreçte vücut sıvıyla beraber potasyum, tuz kaybı da yaşadığından bu maddeler bakımından zengin besinler tüketilir. Hastalığın aşısı bulunmakta ancak Dünya Sağlık Örgütü, aşıyı önermemektedir. Çünkü aşı virüs için önleyici olsa bile ilerlemesini durdurmaz.

Zehirli ancak bir o kadarda insan sağlığına faydası olan iskorpit balığına halk arasında çarpanda denir. Dikenlerinde yoğun zehir bulunan iskorpit balığının eti oldukça lezzetlidir. Görüntüsü bile korkutucu olan iskorpit balığı Çanakkale halkı tarafından sıklıkla tüketilir. Yüksek miktarda protein ve omega-3 yağ asidi içerir. Peki İskorpit balığının faydaları nelerdir? İskorpit balığı nasıl tüketilir?

Bilim literatüründe scorpaena porcus olarak geçen İskorpit balığı, Akdeniz ve Ege sularında yaygın bir ailesi vardır. Lipson balığı ile aynı aileden gelir. Ancak İskorpit daha küçük bir balık türüdür. Koyu renkleri olan iskorpit en fazla 30 cm’e kadar büyür. Eti bol olan iskorpit balığının yüzeyi ve dikenleri ise zehirlidir. Ciltle temas esnasında zehir saçar. Kızarıklık ve şişliğe neden olur. Bu etki bir kaç günden fazla sürebilir. Bu yüzden halk arasında iskorpit balığına çarpan balık denir. Ciltte neden olduğu tahribat için amonyak kullanılabilir. Kafa kısmında dikenleri daha fazladır. Yakalayan balıkçılar genellikle bir aparatla tutarlar. Yuvarlak bir yapısı olan balığın yüzgeçleri de geniştir. Avlanması ve pişirilmesinde püf noktalara sahiptir. İçeriğindeki beyaz eti yüksek protein içerir. 

İSKORPİT BALIĞI NASIL TÜKETİLİR?

Kuyruğundan başına doğru kesilir. Dikenlere temas etmeden kesilir. Aynı işlem alt tarafı yani karından yapılır. Kesim sırasında pense Halk arasında genellikle çorbası yapılır. Ancak tarifine uygun olarak yapılması gerekir. Çorbası için genellikle limon tuz ve sirke kullanılır. Soğan ve sarımsak kesilip kavrulur. Daha sonra yüzeyi ve dikenlerinden arındırılmış küp küp kesilmiş iskorpit balığı eklenir. Patates ve pirinçle ise lezzeti artırılır. Bunun yanı sıra ızgarası tavası da yapılabilir. Sıklıkla tarifi değişiktir. Ancak bilen biri tarafından yapılması daha iyidir. Çanakkale halkı bu balığın çorbasını sıklıkla tüketir.

İSKORPİT BALIĞININ FAYDALARI NELERDİR?

– Zihinsel gelişimde etkili olan omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan iskorpit balığı, sinir sisteminin yenilenmesinde etkilidir. 

– Vücudun A vitamini ihtiyacını karşılar. Bu sayede göz hastalıklarını önler. 

– Enfeksiyonu ya da iltihabı kolayca vücuttan atmaya yardımcı olur. 

– Kötü kolesterol seviyesini düşürerek, kan basıncını dengeler. Böylece yüksek tansiyon riskini azaltır. 

– Sindirim sisteminin sağlıklı işlemesini sağlar. Uzun süreli tok tutar. Özellikle diyet yapmak isteyenlerin tüketebileceği besinlerin başında gelir.

– Kan akışını düzenlediği için kalp ve damar hastalıklarına fayda sağlar. 

– Yağ yakımını hızlandırır. Metabolizmayı düzenler. Obezite riskini azaltır.

– Yüksek oranda antioksidan içerir bu sayede bağışıklık sistemini virüs ve bakterilere karşı güçlendirir. 

– Kalsiyum içeren iskorpit balığı kemik ve diş gelişimine katkı sağlar. Diş yapısını güçlendirerek kayıp oluşmasını önlediği gibi diş etlerinde iltihaplanmalarında önüne geçer. 

Hücre yapısını yenileyen ve özellikle kansere karşı mucize bir etkisi olan gümüş suyu, 1920’li yıllardan bu yana doğal tedavi olarak kullanılıyor. Alternatif tıp uzmanları tarafından sıklıkla kullanılan gümüş suyu hakkında merak edilenleri sizler için araştırdık. Gümüşün içindeki nanopartikülerin elektrikle suya aktarılmasıyla hazırlanır. Peki Gümüş suyunun faydaları nelerdir? Gümüş suyu nasıl kullanılır?

Gümüş parçacıklarının içinde bulunduğu yere kolloidal gümüş denir. Özel su alternatif tıpta kullanılır ve birçok hastalığa faydalıdır. Antibiyotik özellikleri olan bu suyun enfeksiyon hastalıklarında kullanılır. Yapılan bazı araştırmalarda faydasının aslında çok olduğu gözlemlenen gümüş suyunun Lyme hastalığı, tüberküloz ve hatta AIDS gibi hastalıkların tedavi edilmesine yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Kolloidal gümüş suyu yaralar üzerinde oldukça etkilidir. Gümüş suyu üzerine tamamlanmamış araştırmalarda vardır. Örneğin bu maddenin henüz nasıl kullanılması gerektiği tam olarak bilinmemektedir. Gümüş suyunun içerisindeki maddeleri vücuttaki zarların üzerine yerleşmeye çalışan zararlı kanserli  ya da tümörlü hücrelerin DNA yapısını bozduğu görülmüştür. 

GÜMÜŞ SUYUNUN FAYDALARI NELERDİR?

Uygulandığı bölgede olan kaşıntı ve tahrişi azaltır. Örneğin normal ya da güneşten kaynaklı oluşan yanıkları tedavi eder. Buradaki hücreleri yok ederek yeni cilt hücrelerinin oluşmasını destekler.

Yapılan bir araştırmada sinüs enfeksiyonlarının yayılmasını engellemek için ve kontrol etmek için kullanılır. Genellikle bu sudan özel burun spreyleri yapılır.

Antiseptik özelliği sayesinde yüzde gelişmiş mikropları temizler. Örneğin şiddetli ve ağrılı sivilce tedavisinde etkilidir. 

Eski zamanlarda bu suyu yaraları temizlemek ve çabuk iyileşmesi için kullanılırmış.

Eklemlerde ortaya çıkan ciddi sağlık sorunlarının gelişimizi engelleyerek kemik ve kas sistemlerinin daha sağlıklı çalışmasını destekler.

GÜMÜŞ SUYU NASIL KULLANILIR?

Gümüş parçacıklarının saf su içerisinde homojen olarak dağılmış haline gümüş suyu denir ve 6 dakikada etkisini gösterir. Ağız yolu ile kullanılabilir. Gümüş maddesi suyun içerisinde birbirini itekleyerek çözülür. Ortaya temiz ve homojen bir su çıkar. Elektrik yüküne sahip bu bu su vücuda kısa sürede yayılarak vücudun daha dinç olmasını sağlar. Hiçbir yan etkisi olmayan bu gümüş suyu vücuttan indirim yolu ile atıldığında tüm sindirim rahatsızlıklarını da çözümler. 

Karaciğerin ürettiği protein olan C-reaktif proteinin kısa haline CRP denir. Uzmanların istediği kan testlerinde bazen bu seviye oldukça yüksek ya da düşük çıkar. Vücudun çalışma sürecinde mekanizmada yaşanan farklı durumlar sırasında ortaya çıkan bu yükseklik ya da düşüklük bazen bir hastalığın habercisidir. Bazense başlı başına bir hastalıktır. Peki Kandaki CRP neden yükselir? CRP nedir? CRP nasıl düşürülür?

Hemen hemen çoğu hastalığın erken teşhisinde kullanılan kan testinde bazı değerlerin yüksekliği ve düşüklüğü ortaya çıkar. Bunlardan biri da CRP’dir CRP karaciğer tarafından üretilen bir protein çeşididir. C-reaktif protein olan bu maddenin kan testi özel olarak yapılır. Yüksek oranda enfeksiyon, tümör ve kalp krizi gibi hastalıklar sonrası istenen bu teste seviye yüksek çıktığında uygulanacak tedavi belirlenir. Ayrıca CRP testi hastalığın hangi seviye olduğunu da gösterir. Sağlıklı kişilerde bu seviye düşüktür. Ancak yüksek olması demek vücutta yabancı maddelerin yanı bakteri, virüs veya tümöre neden olan mutasyona uğramış hücrelerin yüksek olduğuna işarettir. Vücut mekanizmasını olumsuz etkileyen bu durum 24 saat içerisinde hızla artabilir.

KANDAKİ CRP NEDEN YÜKSELİR?

CRP yüksekliği vücut tarafından direk olarak belli edilen bir durum değildir. Aniden çıkan ateş, halsizlik, ciltteki kızarıklık ve halsizlik gibi durumlar gösterebilir. Bazı hastalarda ameliyat sonrası da görülebilir. İyileşme sürecinde devreye giren bağışıklık sistemi yetersiz kaldığında vücut bu tarz proteinleri devreye sokar. Ancak uzun süreli devam etmesi ciddi hasarlara neden olabilir. Hücre dokularında bozulma kan akışında dengesizlik kolesterol seviyesinin artmasına bağlı gelişen kalp krizi sonrası da CRP yükselir. Kansızlık, inme, menenjit, eklem ağrıları, eklem hastalıkları, yüksek enfeksiyonlu hastalıklar ve ağır kazalar sonucu da CRP yükselir. Vücut mekanik çalışmasını devam ettirmek için devreye soktuğu bu madde kan testinde yüksek çıkar. Bu durum ise önlenemediğinde farklı hastalıklara davetiye çıkartabilir. 

CRP NASIL DÜŞÜRÜLÜR?

Vücudun mekanik olarak salgıladığı bu durumu önlemek basittir. Bağışıklığı güçlendiren beslenme şekli ve egzersiz CRP seviyesini düşürmede etkilidir. Ayrıca antibiyotik ilaç ya da antibiyotik bakımından zengin olan besinler tüketilmeli. Aspirin kullanılmalı. Kafein ve nikotinden uzak durmalı.

CRP SEVİYESİ NE KADAR OLMALI?

Amerika’da bir kontrol merkezinde yapılan araştırmalara göre CRP seviyesi ve kalp hastalıkları arasındaki ilişki kontrol edilmiş. Verilen bilgilere göre;

1 mg/L ise düşük risk

1-3 mg/L ise orta risk

3 mg/L ise kalp hastalıkları bakımından tehlikelidir.

Bunun aynı sıra vücutta enfeksiyon yani iltihap seviyesinin yüksekliği ve CRP arasındaki ilişkide kontrol edilmiştir. İltihap seviyesi artıkça CRP seviyesinin de artığı ortaya çıkarılmıştır. Bazen uygulanan tedavilere rağmen CRP seviyesinin düşmemesinin nedeni de vücuttaki iltihap seviyesinin yükselmesidir. 

Cilt hastalıklarında en yaygın olan sedef hastalığı genetiksel ancak bulaşıcı bir hastalık değildir. Cilt yüzeyindeki deri tabakasında meydana gelen deformasyon sonucu lekeler oluşur. Kronik bir hastalık olan sedefle ilgili merak edilen her şeyi araştırdık. Günümüzde artan koronavirüsün sedef hastalığında risk oluşturup oluşturmadığını ise uzmanlar açıkladı. Sedef hastalığı belirtileri nelerdir ve bulaşıcı mıdır?

Ölü hücrelerin bir araya gelmesiyle cilt renginden farklı bir tonda ortaya çıkan sağlık sorununa sedef hastalığı denir. Genetik olan bu hastalık anne ve babadan çocuğa geçebilir. Aynı zamanda psikolojik rahatsızlıklar ya da bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi durumlardan sonra da görülebilir. Bazı uzmanlar kandaki beyaz hücrelerin oranının artmasını da bu hastalığın ortaya çıkmasına neden olabileceğini vurguluyor. Ancak bu hastalığın nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Ayrıca sedef hastalığı herhangi bir virüs ve enfeksiyondan kaynaklanmadığı için bulaşıcı değildir. Bilim literatüründe Psoriasis oalrak geçen Sedef hastalığı kronik bir cilt hastalığıdır. Bebeklik ya da yaşlılık zamanlarında görülür. 29 Ekim Dünya Psoriasis Günü nedeniyle sedef hastalığına dikkat çeken uzmanlar özellikle koronavirüs sürecinde daha dikkatli olması gerektiğini hatırlattı. cilt yüzeyinde herhangi farklı bir madde kullanılması akabinde olumsuz etkilenen sedef hastaları bu süreçte dezenfektan veya kolonya kullanımına dikkat edilmeli. Gerekmedikçe dışarı çıkılmaması gerekir. Her insanda olduğu gibi sedef hastalarının da koronavirüse yakalanma riski vardır. Şiddet ve geçirme sıklığı olan sedef hastalarının uzmanlarına danışarak günlük yaşamlarına devam etmelerinde fayda vardır. 

Dört çeşit sedef hastalığı vardır; 

En sık karşılaşılan sedef hastalığı plak tipi olandır. Bu hastalık genellikle dirsek ve dizlerde görülen kızarıklık, pullarla oluşur.

Genellikle derinin katlanma bölgelerinde görülen çeşide ters sedef denir. Bazen görüntüsü nedeniyle egzama ile karıştırılır.

Ciltteki sıvı dengesizliği ile ortaya çıkan eritrodermik sedef kızarıklık ve deri dökülmesi belirtileri ile kendini gösterir. En nadir görülen çeşittir.

Çocuklarda sıklıkla rastlanan damla tipi sedef, tüm vücuda yayılabilir.

SEDEF HASTALIĞININ NEDENLERİ NELERDİR?

Sinirsel bozukluklardan ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklar 

Vücutta ciddi miktarda ortaya çıkan D vitamini

– Bademcik ve idrar yolu iltihabı

Dişlerin enfeksiyon kapması

Deri yolunun kaşıntı ile hasar alması

Kronik ilaçların yan etkileri

Daha önceden ortaya çıkan cilt problemleri de sedefe zemin hazırlar.

SEDEF HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?

Vücudun her yerinde kırmızı leke veya beyaz pul gibi şekiller

Cildin yüksek oranda tahriş olması

Tırnaklarda kalınlaşma, deri döküntüsü, çatlaması ve kaşınması 

Nadiren de olsa eklem ve kemiklerde görülen tutulma

SEDEF HASTALARININ DİKKAT ETMESİ GEREKENLER

Güneş ve deniz lekeleri azaltıcı özelliği vardır. Bunun nedeni ise D vitamini eksikliğinin giderildiği için lekeler iyileşme gösterebilir. Deniz suyunda da bulunan çözücü mineraller lekelerin giderilmesini destekler.

Kış aylarında yaşanan deri kuruluğuna karşı önlemler alınmalıdır. Çünkü kuru cilt sedef hastalığını tetikleyen ve artıran önemli bir faktördür. Bunun için su bazı yüksek olan kremler kullanılmalıdır.

Düzenli banyo yapmak lekelerin şiddetini yatıştırır.

Stres ve depresyon gibi hastalıkların yaşanmaması için kendinizi mutlu hissettirecek yönelmeler yapılması gerekir.

DR. FERİDUN KUNAK’TAN SEDEF HASTALIĞINA DOĞAL ÇÖZÜM!

SEDEF HASTALIĞININ TEDAVİSİ VAR MIDIR?

Tanısı zor bir hastalıktır. Deriden alınan parçalarla lekelerin sedef olup olmadığı teşhis edilir. Sedef hastalığı kimi hastalarda sadece bir bölgede ortaya çıkarken bazı hastalarda tüm vücudu kaplar. Dermotologlar bu duruma göre tedavi yöntemi uygular. Çünkü tüm vücuda yayılmış sedef, ilerleyen zamanlarda hastanın bağışıklığını tamamen çökerterek, kemik iltihaplanmasına neden olur. İlaç tedavisi olan bu hastalık tamamen yok olmaz. Nükseden sedef hastalığı için uzmanlar hastalara kaşıntı ve dökülmeye karşı nemlendirici krem verir.

Genellikle tutulmalar ve kramplara fayda sağlayan at kestanesi, kremi yapılır. Bilinen kestaneye benzese bile tamamen farklı olan at kestanesi hakkında merak edilenleri sizler için araştırdık. Güçlü vitamin ve mineraller içeren at kestanesi alternatif tıpta en çok kullanılan besindir. Kan dolaşımını düzenleyen at kestanesi aynı zamanda cilt hastalıklarına da fayda sağlar. Peki At kestanesinin faydaları nelerdir?

1500’lü yıllarda ilk kez keşfedildiğinde alternatif tıpta kullanılmaya başlandı. Doğal ilaç olarak yapılan at kestanesi göğüs ağrısı ve varise iyi gelir. Bunun yanı sıra cilt yüzeyden deri altına kadar sinerek iyileştirir. Alternatif tıp uzmanları bu doğal ilacın varisli damarları ve basuru tamamen iyileştirdiğini tespit etmiştir. Kuzey Amerika ve Avrupa’da özel alanlarda yetiştirilerek ilaç firmalarına gönderilen at kestanelerinin tohumları çoğu soğuk algınlığı ilaçlarında ham madde olarak kullanılır. Süs bitkisi olarak yetiştirilen ağacı 30 metreye kadar yükselir. İçeriğinde  kalın yağ, aesculin, saponin, tanen, nişasta, şeker, albüminli maddeler, flovanlar, fitosterin, adenozin, fermentler,cumarin, B1, C, K ve P vitaminleri bulunur. Vücut ağrılarını dindirir. Kasları gevşetir. Dikenli bir kabuğu olan kestane çift katmandan oluşur. İçinde etli bir meyvesi vardır. Ağustos aylarında toplanır. Doğada P vitamini az besinde bulunur. Ancak at kestanesi P vitamini bakımından oldukça zengindir. İpek yolu ile topraklarımıza yüzyıllar önce gelip üretimi yapılan at kestanesi Osmanlı Saraylarındaki sultanların cilt bakımlarında kullandıkları etkili bir güzellik ürünüdür. Ezilerek çıkartılan yağı cildi yeniler. Yaşlanmayı geciktirir. Bu yüzden kozmetik sanayide de kullanılır. 

AT KESTANESİ YAĞI NE İŞE YARAR?

At kestaneleri aşırı derecede uçucu yağ içermektedir. Güçlü bir şifacı yağa sahip olan at kestanesi özellikle kan dolaşımını düzenlemesi için kullanılır. Bu da kılcal damarların işlevselliğini artırır. Son yıllarda artan hava kirliliği ve sağlıksız beslenme cilt sorunlarının çoğalmasına neden oldu. At kestanesi yağı bunun önüne geçe doğal yollardan biridir. Özellikle leke tedavisi için kullanılan at kestanesi yağı ayrıca basur içinde fayda sağlar. 

AT KESTANESİNİN FAYDALARI NELERDİR?

Sağlıksız beslenme ve çevresel faktörlerden dolayı vücutta biriken iltihaplı enfeksiyonları kısa sürede atar. Yaşanma ihtimali olan hastalıkları önler.

İçerdiği büzücü maddeler sayesinde ter bezlerinden ya da sivilce ve akneden kaynaklı açılan gözenekleri kapatır. Aynı zamanda yaraları ve yara izlerini giderir.

Eklem ve kemiklerde romatizma ya da iltihaplanmada kaynaklı ortaya çıkan ağrıları dindirir.

Şah damarı, alın ve ayak tabanlarına sürüldüğünde vücuttaki kan dolaşımını düzenleyerek sinirlerin beyne daha iyi iletilmesini destekler. Kronik stres ve yorgunluğu önler. Bunun yanı sıra kan dolaşımını düzenlendiğinden damarların tıkanmasını önler.

Sürekli aynı pozisyonda oturmak ya da genetik sorunlardan dolayı oluşan kılcal damar çatlamasını giderir. Özellikle yüzde meydana gelen kılcal damar tedavisinde etkilidir.

İçerdiği apigenin sayesinde sarkan derileri toparlar. Kırışıklığı önleyerek yaşlılığı engeller.

Göğüse sürülen at kestanesi kremi bu bölgeyi yumuşattığından öksürüğün kısa sürede bitmesini sağlar. 

Özellikle varis, flebit ve hemoroit gibi hastalıklarda tonik etkisi oluşturarak iyileşmelerini hızlandırır. 

Koltuk altına sürüldüğünden terleme yapar. Bu terleme ile vücuttaki toksinleri atar. Böylece üst solunum yolu hastalıklarını önler. 

Makat bölgesinde oluşan basura da iyi geldiği bilinir.

Yağı saç dökülmesini önler. Ayrıca cildin yenilenmesini destekleyerek lekeleri giderir. 

AT KESTANESİ KREMİ NASIL HAZIRLANIR?

Yarım kilo at kestanesini soyup iyice dövünüz içerisine bir şişe elma sirkesi ekleyip güneş görmeyen bir alanda 20 – 25 gün bekletin. Daha sonra ağrıyan bölgenize uygulayabilirsiniz. At kestanesi günde en az bir kez uygulanır. Basur için ise; bir yemek kaşığı at kestanesi tozu, bir tatlı kaşığı kuşburnu tozu, 1 bir tatlı kaşığı kantoron yağı, 1 yemek kaşığı ozon yağı Tüm malzemeleri bir tencerede kaynatın. lapa haline gelen karışımı ılık halde basura sürünüz. 

AT KESTANESİ ÇAYI NASIL YAPILIR?

Kabuğu kaynatılıp tüketilebilir. Ezilmiş kabuklardan bir yemek kaşığı 3 su bardağı su eklenerek kaynatılır. 2 saat bekletilen bu su süzülerek tüketilebilir. Ani ateşlenme, hazımsızlık, yemek borusu kanseri ve soğuk algınlığı gibi hastalıklara iyi gelir.

Üst solunum yolu hastalıklarında yüzyıllardır alternatif tıpta kullanılan öksürük otu hakkında merak edilenleri sizler için araştırdık. Deve tabanı ve sulandık otu olarak da geçen öksürük otunun ismi aslında fayda sağladığı hastalıktan gelmektedir. Öksürüğü anında kesen at, güçlü enfeksiyon öldürücüdür. Peki Öksürük otunun faydaları nelerdir? Nasıl tüketilir?

Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde sıklıkla rastlanan öksürük otu en dayanıklı otsu bitkilerden biridir. Doğu Anadolu da bulunmayan öksürük otunun bilim literatüründeki adı Tussilago Farfara’dır. Sarı renkte olan bu ot genellikle 30 cm kadar uzar. Öksürüğe birebir fayda sağladığı için öksürük otu denilmiştir. Ancak aynı zaman da kabalık, deve şaplağı, sulandık ve şabla gibi isimlerle de bilinir. İlkbaharda çiçek açan öksürük otu, tamamen açtıktan sonra toplanıp kurutulur. Kış boyu kaynatılıp tüketilir. Antik çağlarda alternatif tıpta sıklıkla doğal ilaç olarak kullanılan öksürük otu güçlü bir mikrop öldürücüdür. Bazı yörelerde yemeklere de eklenir. Bal arılarının en sevdiği çiçeklerden biri olan öksürük otu, doğru şartlarda saklandığında bir yıl boyunca kullanılabilir. 

ÖKSÜRÜK OTUNUN FAYDALARI NELERDİR?

– Sıklıkla üst solunum yolları hastalıkları olan nezle, bronşit, astım ve zatürre gibi hastalıklarda kullanılır. Kısa sürede virüsü vücutta etkisizleştirerek, bağışıklığın yüksek orandaki, virüsle savaşmasına yardımcı olur. Organların hasar almadan sağlıklı bir şekilde süreci atlatmasını sağlar. 

– Gribe ve nezleye iyi geldiği gibi kulak enfeksiyonlarına da fayda sağlar. Enfeksiyon nedeniyle kapatılan kulak için kaynatılan öksürük otunun suyuna bir pamuk batırılır ve kulağa sadece bir damla damlatılır. 

– C vitamini bakımından zengin olan bu bitki kış boyunca çorbaya eklenip tüketilebilir. Böylece bağışıklık sistemi güçlenmiş olur. Hastalıklara yakalanma riski azalır. 

– Uzmanlar genellikle güçlü bir balgam söktürücü özelliği olması için kaynatılıp suyu süzüldüğünde içine bir kaçık bal eklenerek tüketilebildiğini söylüyor. 

– Aynı zamdan bitki iyice kaynatılıp süzüldükten sonra lapa olmuş bitkiler sıcak kompres olarak kullanılabilir. Özellikle akciğerler hastalıklardan ya da aşırı sigaradan dolayı hasar aldığından uygulanan bu kompres daha hızlı iyileşmesini sağlar. 

– Eklem ağrılarına ve şişkinliklere de fayda sağlayan öksürük otu, banyo esnasında kaynatılıp suyu bir kovaya eklenebilir. Ayak ağrısına ya da vücut ağrılarına iyi gelir.